Bu hikâye, 2006 yılında “şu havuza da bir gideyim bakalım nasıl bir yermiş, yüzme de bilmiyorum ama öğrenirim olmadı” cümlesiyle başladı. Havuzun uzunluğu kaç metreymiş, kulaç nasıl atılırmış, ayak neymiş, teknik ne değilmiş, o zaman öğrendim ben… Ve de o yıl tanıştım çılgın dostum ve sürekli “ama yüzmeyi sevmedin sen” diyen antrenörüm İmren Uyar(cım)’la. Hocam, yüzmeyi sevdim ben, sevmedim değil, ama bazı şeyleri zamanla yüzmeden daha çok sevdim. Koşmak gibi…

Yani koşu hikayesinden de önce vardı benim için yüzme hikayesi. Hiçbir zaman sürekli antrenman yapan bir yüzücü kadar yüzemedim. Bugüne kadar havuzda tek seferde yüzdüğüm en uzun mesafe 3300 metre; ki onu da 2016 yılında omurdaki stres kırığından mustarip olup, doktor koşmama izin vermediği zamanlarda yüzdüm. Tabi insan iyi ki sakatlandım demez, ama iyi ki o zaman haftanın 5 günü, havuza atlayıp, “şu sakatlık da bir geçemedi” diye diye, suyu döve döve, hatta bazen ağlaya ağlaya yüzmüşüm. O antrenmanların sonunda en son 1500 metreyi 2×750 metre antrenmanla 32 dakikada yüzebilir hale gelmiştim. İnsanlık için küçük ama benim için büyük bir adım!

2016 Ironman’de İmren çok istemişti Koşu Kadını olarak bir takım çıkaralım. Fakat o zamanlar ben, belimdeki sakatlıktan dolayı koşamıyordum. Biraz hayata küsmüş, hiçbir yarışa gitmemiş, başımı suya gömmüş koşunun k’sını duymak istemiyordum. İmren’se Kubilay ve Akın’la takım olarak 2016 Gloria Ironman 70.3’te yarışmış, eski bir yüzücü olmanın hakkını fazlasıyla suya vermişti. Bir insan 1900 metreyi nasıl 30 dakikada yüzebilir? İşte oluyor (böyle zamanlarda hep aklıma “Allahın bir hikmeti” cümlesi gelir – hehe). İnebolu Yüzme yarışında 1500 metreyi 37 dakikada mı ne yüzmüştüm, o bile benim için bir başarıydı!

Şimdi size süreler çok bir anlam ifade etmiyor olabilir; ama bu yukarıda bahsettiğim süreler maratonu 4:15 saat koşan amatör bir koşucu (ben) ile 2:15 saatte koşan bir elit (İmren) kadar farklı. Yüzmeyi neden koşu kadar sevemediğimin de açıklaması: Koşuda biraz çalışırsanız hızlanabiliyorsunuz, ama yüzmede hızlanabilmeniz için çok uzun süreler havuzda vakit geçirmeniz gerekiyor. Ve ben sanırım o kadar sabırlı değilim…

Neyse, yıl 2017 oldu ve ben Şubat ayında Türkiye’deki işimden istifa edip, University of Twente’de Yardımcı Doçent olarak çalışmak üzere Hollanda’ya taşındım. Tabi artık iyileşmenin vermiş olduğu gazla ve koşmaya duyduğum açlıkla hemen bir yarı maratona kayıt oldum. Yaşadığım şehirde bir yarı maraton var. Kaçar mı? Evden yürüyerek başlangıç noktasına gitmek ve yarış bitiminde eve yürüyerek geri dönmek. Tam bir nimet! Yarış Nisan 22’de, e tabi o arada Ocak sonundan Nisan ortasına kadar hiç yüzmedim.

İmren ara ara bana telkinlerde bulunuyordu. “Kızım çok gerileyeceksin, böyle olmaz, git yüz, kendine takım bul, bu yılki Ironman’e takım çıkarın”. Aslında neden olmasın? Zaten iyileştim, yarı maratonu da koştum. Yeni bir hedef lazım, denemediğim bir şey olsun. Hadi bir takım çıkaralım. Ama “yüzücü sen ol” dediğimde, ilk şok! Ah o arkadaşlar! Tam evlenecek zamanı bulur!

Dedim ki, peki ben yüzerim. Nasılsa fena değilim, çıkarım yani denizden. Zaten 70 dakika süremiz var, ohoo o zamana kadar ben 1900 metreyi 40 dakikada yüzer hale gelirim!

Sonra başladım Koşu Kadınları’na sormaya. Sanırım ilk Sevgi’ye bisiklete biner misin diye sordum. Çünkü bisikleti herkes yapamayabilir ama koşu için zaten bir sürü gönüllü çıkar. Sevgi “yapabilirim aslında” dediği an zaten benim gözümde takım kurulmuştu. O zamanlar Azime’yi de daha yeni tanıyorum, kız hayatında hiç yarış koşmamış ama koşmayı çok seviyor, görüyorum. Bir gün mesaj attım. “Azime, Ekim’e kadar yarı maraton koşabilecek hale gelebilir misin?”. Azime’den net bir “hayır” cevabı almadığım anda artık takım benim için tamamlanmıştı!

15 Ekim 2017 Pazar günü, Sevgi, Azime ve ben 3 Koşu Kadını olarak, Ironman 70.3 yarışına gidiyorduk! Çok heyecanlı! Ben hayatında sadece 1 kez ve sadece açık deniz yarışına girmiş aşırı amatör bir yüzücü; Sevgi hibrit bisikletiyle hafta sonları keyif sürüşleri yapan amatör bir bisikletçi; Azime ise hayatında hiç yarış koşmamış amatör bir koşucu. Bence mükemmel bir takım olmuştuk! Tam Koşu Kadını’nın adına yakışır şekilde, 3 amatör kadın, bir işe cesaret ediyorduk! Mayıs 2017’de Sevgi’nin “mavi pırlanta”sı da alınınca artık tamamdık! Kayıt olabiliriz. Amaç çok keyif almak ve sadece bitirmekti!

Hazırlık Süreci
Hollanda çok güzel memleket. Gerçekten öyle! Yeşil, temiz, dümdüz, tam spor yapılacak bir ülke. Fakat Hollandalılar ülkelerinin havalarına o kadar alışmışlar ki, sıcak memleket seven insanları pek anlamıyorlar. Ben tam yüzme antrenmanlarına başlayacağım sırada üniversitenin açık havuzu açıldı ve kapalı havuzu kapandı. Ha kapalı havuz dediysem o da 17 metre. Bir üniversite neden 17 metrelik havuz yapar???

Neyse açık havuz en azından 25 metre, ama yine bir sorunumuz var! Açık havuz açılınca, kapalı havuz kapandı dedim ya, tarihler: 15 Mayıs 2017. Türkiye’de açık havuzların açılma tarihi en iyi Haziran ortası, bilemedin Haziran sonudur. Mayıs ortasında açık havuzu açmak da nedir? Üstelik her gün hala yağmur yağıyor! Tam diyorum bugün yüzmeye gideyim, hop akşam yağmur indiriyor. Sanırsınız tufan! Tam 20 gün, “kızlar bugün de yüzebilecek miyim emin değilim” cümleleriyle geçti zaman. Spor müdürüne mail atıp, “hocam ama yağmur yağıyor, siz açık havuzu açtınız” dediğimde, “yaniii aslında burada çok güzel bir yaz oluyor, hem havuzun suyunu ısıtıyoruz, girebilirsiniz havuza sorun olmaz” şeklinde bir cevap aldım. Hıhı, evet!

Tek başına antrenman yapmak zaten sıkıcı, hava da kötü, zaten havuz saatleriyle iş saatleri çakışıyor. İmren de sürekli kendine takım bul demiş. Eh, en iyisi kendime bir takım bulayım! Bu kez de bir değil 2 takım buldum! Haftanın 3 günü üniversite takımıyla, 2 günü de şehrin triatlon takımıyla antrenman yapmaya başladım. Orada gördüm ki takımla antrenman yapmak bambaşka bir şeymiş. İnsanlara yetişmeye çalışırken bir anda bitiveriyordu antrenman. Saatime baktığımda ise her hafta biraz daha hızlandığımı ya da uzun yüzebildiğimi görüyordum. Artık yağmur yağıyormuş, hava soğukmuş filan çok takmamaya başladım.

Antrenmanlar başlamışken, arada bir de Wierden’da Hollandalı iş arkadaşlarımla birlikte sprint triatlonuna katıldım. Sabah kalktık, yarışa gideceğim ama hava nasıl kötü, nasıl yağmur yağıyor. Tek başıma olsam kesin gitmezdim ama söz verdik artık mecbur gideceğiz.  Teo ve Arnout’la katıldığımız bu yarışta, 500 metreyi 9:47 dakikada yüzerek çıktım gölden. Sonunda da takımlarda üçüncü olduk tarihler 24 Haziran 2017’yi gösteriyorken…

Hiç unutmuyorum, Ağustos ayında, bir Pazar sabahı havuza giderken yoldaki termometre 14 santigrad dereceyi gösteriyordu! Ve ben o gün gittim ve yüzdüm! O anda zaten kafamda ben “demir insan” olmuştum!

Zamanla süreler düşmeye başladı, benimse heyecanım giderek artıyordu! Ağustos ayı yüzme açısından kabus gibi geçti aslında. Şehirde kimse yok, ama ben yaz okulunda 10 gün boyunca her gün ders vereceğim. Bu demek oluyor ki çok yorgun olacağım ve yüzemeyeceğim. Sonrasında da doğum günüm ve ardından Norveç tatili başlayacak. Bu da demekti ki yaklaşık 3 hafta hiç yüzemeyeceğim. Arada fırsat bulunca gittim tabi, ama yüzücüler biraz anlar; 3 hafta ara vermek demek büyük bir boşluk! Nitekim mecburen ara verdim.

Ve fakat, Norveç tatilimde canım arkadaşlarım bana öyle bir hediye verdi ki! (Şu yazıda da anlattım), bana yarışa hazırlık olsun diye Amsterdam Kanalı’nda yüzme bileti almışlardı! Pek çok insan ilk duyduğunda “pistir, mikrop kaparsın” dedi ama, ben ki Hollanda havasına kendini hazırlama konusunda emin adımlarla ilerleyen biri olarak, “giderim yüzerim” dedim. Diğer yazıda da anlattım, ilk kez bir wetsuitim oldu ve ilk kez bir kanalda yüzdüm! Her ne kadar tecrübesizliğim süreme vursa da bu bir deneyimdir, Antalya’da daha iyisini yüzerim dedim ve madalyamı diğerlerinin yanına astım.

Hava da iyice soğumaya başladı ve ben Amsterdam Kanal yüzmesi sonrası inanılmaz kötü grip oldum! Takvimler takribi 10 Eylül’ü gösteriyor. Her ne kadar Türkiye’den getirdiğim ilaçlarla derdime çare bulmaya çalışsam da bir türlü geçmedi. Doktora gittim ve dedim ki “benim çok acil iyileşmem lazım” çünkü korkunç öksürüyordum. İlaç vermeyi hiç sevmeyen Hollandalı doktorum “hmm evet, virütik ama antibiyotik yazamam. Paracetamol al, kendini sıcak tut, dinlen geçer. Hem böylece Hollanda havasına da bünyeni alıştırmış olursun” dedi. Çok sağ olsun!

Her sabah halsiz uyanıyor, çılgınlar gibi ciğerim sökülürcesine öksürüyor, akşamları erken yatıyor ve her gün aynı döngüde hastalıkla boğuşmaya devam ediyordum. Bu arada ve yine 10 gün hiç yüzemedim! Biraz iyileştiğimi hissettiğim anda kendimi daha çok yüzmeye verdim. Yapacak bir şey yok, öksürsen de o havuza gidilecek ve yüzülecek! Artık hafta sonu tek başıma antrenman yapabiliyordum. Bu arada havuzun halka açık saatleri kimsenin gitmeyi tercih etmediği saatler olduğu için hafta sonlarım biraz plansız geçiyordu. Cumartesi 15:00; Pazar 10:30. Kim gitsin gerçekten o saatte havuza? Ben gittim!

Günler günleri kovaladı ve Ekim ayı geldi çattı. Öksürük hala geçmedi ama ben saatimde dereceleri gördükçe kendime güvenmeye başladım. Bir gün havuzdan 1900 yüzüp çıktığımda saatim 38 dakikayı gösteriyordu. Tamam yaaa, oldum ben! Artık heyecanım o kadar çok artmıştı ki, akşamları bazen kızlara da yazıyordum. Uyku tutmuyordu bir türlü. Nasıl yüzeceğim, nasıl bir kalabalık olacak, çok dayak yer miyim ve bunun gibi bir sürü fikir! Aslında taktik de belli yani. Yapacağın tek şey yüzmek! Bambambam!

Yarış öncesi
11 Ekim’deydi Hollanda’dan Türkiye’ye biletim. İlk önce Düzce’ye annemin yanına uğradım ve birkaç gün yanında geçirdim. Hala öksürdüğüm için de annem beni zorla doktora gönderdi. Canım Türk doktorları hemen antibiyotiği yazıverdi! Fakat Hollanda virüsleri hiçbir virüse benzemiyormuş. 3 günlük antibiyotiğe rağmen hala öksürüyordum.

Düzce’den sonra İstanbul’dan Antalya’ya uçtum. O kadar heyecanlıydı ki! O zamana kadar sürekli Whatsapp üzerinden yazışıp, o günün hayalini kurmuştuk ve o güne kadar bir kez bile bir araya gelememiştik. Sadece sanal alemde her gün başımıza gelenleri paylaşmış, tüm sevincimiz, üzüntümüz ve sorunlarımız dökülmüştü mesajlara. Şimdi ise aylar sonra, fiziksel olarak aynı ortamda olup, yarışacaktık!

Azime ve Sevgi benden önce varmıştı otele. O kadar özlemiştim ki bir arada olup sohbet etmeyi, beni otelin kapısında karşıladıklarında gözlerimin dolmasına zor engel oldum. Yarış öncesinde planlamalar için bir tek Cumartesi günümüz vardı, ama biz Azime’ye Cuma akşamı bile uyuyamadık. Sahi kaçta uyuduk Azime?

Cumartesi günü, kitler çipler alındı. Yarış briefingini izlerken iyice heyecanlandım. Sarı dubalar mı olacakmış, bir de turuncular var. Biri giderken solda kalacakmış da diğeri sağda mı olacakmış. Aman karıştırmayınmış da arada bir de denizden çıkacakmışız, iki tane U yüzecekmişiz. Yani ne kadar zor olabilir gerçekten! Sonuçta ben 40 dakikada çıkacağım denizden, önümde de insanlar olacak, yüz gitsin!

Akşam oldu ve odalara çekildik. Heyecandan yine bir uyuyamama söz konusu. Hayır ben bir tek yüzeceğim, bir de tüm yarışı tek başına yapacaklar var! Tamam hadi artık uyu, sarı dubalar, turuncu dubalar, 3lü dubalar… Yarış 8’de başlayacak, 7:30da en geç alanda olmamız lazım!

Yarış
Ve artık o gün gelmişti. Tüm söylenmelerimin ve dert yanmalarımın sonuna gelmiştim. Evet kabul ediyorum, her seferinde bahane bulmayı sevmiştim, ama artık bahanem kalmamıştı. Sabah uyandım veeee günün sürprizi! Regl olmuştum! Heyecan ve stresten kendi kendine gün atan reglim, yarış sabahı oluvermeye karar vermişti. Neyse, yapacak bir şey yok, olimpik yüzücüler bile yapıyor bu işi ki sen zaten rekor kırmayacaksın! Zaten wetsuit de olur, o kadar korkunç olamaz.

Kahvaltı sonrası giyindim ve wetsuitimi de aldım yanıma. Fakat bir gün önce denize girdiğimde deniz suyu sıcak gelmişti. Belki de izin verilmeyecek wetsuite. Neyse ben yine de alayım. Alana gittik ve korktuğum başıma geldi. Deniz suyu sıcaklığı wetsuit için fazla sıcaktı ve wetsuite izin verilmiyordu. Wetsuit giymek isterseniz ise takımların da arkasından başlayacaktınız. Kızlar kararı bana bıraktı. Ben de düşündüm ve en arkadan başlamak çok saçma, bunu göze alamam. Ayrıca bu yarış deneyimi böyle olacaksa, bu deneyimi yaşamam lazım. Çıkarıyorum wetsuiti dedim ve gittim çıkardım.

Saat 8’e doğru yüzme başlangıç alanına gittik. Sırayla herkes denize girmeye başladı. Yavaş yavaş sıra ilerledi ve bana geldi. Hoop! Bir anda attım kendimi Akdeniz’in sıcak suyuna! Ve başladım yüzmeye. İlk başlarda her şey iyi gidiyordu. Hatta kendimce öyle “smooth” gidiyordum ki birçok insanı da geçmiştim. Ama denizin ortasında böyleee siyah bir şey var, onu napıyorduk deeerkeeen hop solumda kalması gereken dubalar bir anda sağımda kaldı. Ve böylece benim 55 dakikalık muhteşem maceram da başladı. İlk 400 metreyi geçtim ve bu arada dubaları soluma almayı başardım. 400 metreden döndüğüm anda, artık güneş gözüme giriyor, kafamı kaldırıp nereye gideceğime bakmak istediğimde gördüğüm tek şey güneş ışığı oluyordu. 800’e yaklaşırken bir anda iki kolum birden uyuşmaya başladı. Tamam bir kere havuzda da olmuştu aslında ama saattendir diye düşünüp umursamadım. İkisi birden neden uyuşur? Bu iyi olmadı! O anda denizdeki kayıklardan bir ses! “Şu tarafa doğru gideceksiniz!” Hm peki, oryantasyon da sıfırmış… 800’den döndüğümde artık beynimde tek bir şey: sadece denizden çıkmam lazım, kızlar beni bekliyor, şimdi bırakırsam Sevgi bisiklete binemez, Azime koşamaz. Kollarımı hissetmiyorum ama çıkmam lazım…

1200 metre denizden çıktım. Kollarımı salladım, kollara biraz kan gitti gibi, hadi artık son 700! İlk 15-20 kulaçtan sonra yine aynı durum: Kollar uyuştu ve artık yapabileceğin en iyi şey gerçekten denizden çıkmak ve transition alanına koşmak! O andan sonra ise düşündüğüm tek şey, “umarım 70 dakikadan önce çıkarım denizden” oldu. Ciddi anlamda son 700 metreyi nasıl yüzdüğümü hatırlamıyorum. Tek hatırladığım bitiş takını gördüm ve var gücümle yüzmeye çalıştım. Denizde çok kaldım, bu kadar kalmamam gerekiyordu ama artık yapacak bir şey yok. Tecrübesizmişim, antrenmansızmışım ama denizden çıkmam lazımmış!

Ve denizden çıktım! Çıktım ve saatimi durdurdum. 57 dakika! Oh! 57; hedeflediğim 40’tan oldukça fazla ama 70’ten az. Kendimle girdiğim bu saçma mücadeleyi yine ben kazandım!

Yüzme sonrası
Var gücümle koştum diyebilmeyi çok isterdim, fakat denizden sonra başım da dönmeye başladı. Artık olabildiğince hızlı koşmaya çalıştım. O sırada Azime’nin sesini duydum: “Bravo Armağan, bravooo!” Evet büyük bir iş başarmıştım denizden çıkarak! Bravo bana! O an nasıl mutluyum görmeniz lazımdı! Neden olmayacağım ki? Ben işimi yaptım ve bitti, haydı kızlar sıra sizde!

Sevgi beni bisiklet alanında bekliyordu. Durdum, Sevgi çipi ayağımdan çıkardı, kendisine taktı ve bastı gitti! O sırada yanıma Can geldi ve “başına bir şey geldi sandım, aramaya geliyorduk seni” dedi. Uff evet, neler neler oldu aslında ama bir süre bunları sonra anlatırım. Şimdi asıl heyecan başladı!

Yarışın geri kalanı
Bu kısım yüzmeden daha heyecanlıydı! Sevgi’nin bisiklete binmesi, tüm süreci uygulamadan takip etmemiz, Azime’nin heyecanı, Azime’nin koşuya başlaması, 7.km’de Sevgi’yle Azime’yi beklememiz, finishe gidip Azime’nin kmlerini uygulamadan takip etmemiz ve Azime’nin sarı tshirtüyle finishe girmesi. O anda artık gözlerim doldu ve bunu saklamadım. Azime “çok kötüyüm” diyip duruyordu, “o zaman tamam sakin ol yavaşla” dedim, “hayır finishi geçmemiz lazım” dedi. Finishi Azime’yi alkışlayarak geçtim ve o anda artık gözlerimden yaşlar süzülüp gitti…

Biz 2014 yılında birbirini tanımayan üçümüz, o gün orada kocaman bir deneyimi paylaşmış ve takım olarak Gloria Ironman 70.3’ü el ele bitirmiştik! Ve o gün de söyledim. Bir sürü yarışa gittim, kendimce en iyi sürelerde 10Kmler, yarı maratonlar koştum ama ben hayatımda böyle bir deneyim yaşamadım…

Şimdi ne hissediyorum?
Ben tek çocuk olarak büyüdüm. Zaten yıllarca çocuğu olmayan ailem bana “Armağan” deyivermiş. Koşu sayesinde edindiğim kız kardeşlerimin sayısına yıllar boyunca birer birer yenileri eklendi. Geriye dönüp baktığımda, binlerce mesaj, binlerce görsel, binlerce cümle ve deneyim paylaştığım iki kız kardeşim var artık.

Bugüne kadar hep yapmak istedim, cesaret ettim. Bunu söylemezsem olmaz: Ne yalan söyleyeyim bir şeyi gerçekten yapmak istediğimde asıldım ve başardım da! Bu yarış da benim için kocaman bir başarı; üzerinde bir sürü anının ve emeğin olduğu bir Ironman 70.3 madalyası olarak deneyim haneme eklendi.

Bunu tek başıma yapmadım elbette. Azime ve Sevgi ve ayrıca onların özverileri ve ayrıca onları destekleyen aileleri olmasa bunu tek başıma yapmam mümkün değildi! Teşekkür faslında bu kez, sadece kızlara değil, onları destekleyen ailelerine de kocaman teşekkür var!  Yarışın öncesinde, sırasında sonrasında, desteklerini esirgemeyen, yarış sonrasında beni gönülden tebrik eden tüm dostlara, bu yarışın başından sonuna bizi destekleyen Puma ailesine de kocaman teşekkür.

Ve en başa dönmek gerekirse, dostum İmren, sen olmasan o madalya şu anda bende olmazdı! Bu aralar yine yüzemiyorum kusura bakma, yanlışlıkla Paris Maratonu’na kayıt olmuşum.

Sevgiyle,
Armağan,